Hümanizm
Rönesans felsefesine
damgasını vuran düşünce akımı hümanizm olmuştur. Bu dönem felsefesi, insan
merkezli bir felsefedir. Hümanizm terimi ilk kez XIX. yüzyılda Alman
araştırmacılar tarafından kullanılmıştır. Ancak kökeni çok daha eskilere
dayanmaktadır. Humanismus sözcüğü XV. Yüzyılda İtalyanlar tarafından beşeri
bilimleri anlatmak (studias humanitatis) ve ilk çağ yazını üzerinden
uzmanlaşmış öğrenciler için kullanılmıştır.
Hümanizmin
köklerini Yunanistan’da bulduğunu söylemek bir anlamda yanlış olmayacaktır.
Yunan filozof Protagoras “Her şeyin ölçüsü insandır.” demiştir ki bu cümle
hümanizmin temel ilkelerini özetlemekte yeterlidir.[1] Zaten
hümanizmin esin kaynağı Eski Yunan ve Latin edebiyatı ile felsefesidir.
Hümanizm
akımı Rönesans devriyle birlikte Avrupa’da gelişmiş, başlarda din karşıtı bir
akım olarak taraftar toplamıştır. Bunun sebebi hümanizm öğretisinin
Hıristiyanlıkla çelişen Eskiçağ’ın din dışı değerleriyle yoğrulmuş Yunan ve
Latin edebiyatı ve felsefesinden besleniyor olmasıdır. İlerleyen dönemlerde Rönesans’ın
hümanist akım mensupları dinlerine oldukça bağlı Hıristiyanlar olarak
kendilerini gösterseler de bahsi geçen Yunan ve Latin edebiyatı ve felsefesi
metinlerine karşı duydukları saygıyı yitirmemişlerdir. Hatta XIV. yüzyıl
sonralarında hümanizm öğretisinin tamamıyla bu metinlerin temel alındığı
gramer, şiir, tarih ve ahlak felsefesi içeren bir öğreti haline geldiği
söylenebilir.
Hümanizmin
temellerini XIV. yüzyıl edebiyatçısı Francesco Petrarca atmıştır. Petrarca,
klasik kültüre ulaşmanın temel aracının dil öğrenimi olduğunu söylemiştir. Kendisi,
Sokrates’in “Kendini bil” sözünü benimsemiş, bunu başarmaya çabalamıştır.
Petrarca’nın eski metinlere olan bu ilgisi bu metinlere genel bir ilgi
uyandırdı. İnsanlar bu metinleri okuyup taşıdıkları ruhu canlandırmaya
çalıştılar ve bu da temel hatlarıyla hümanizm akımını oluşturdu.
Hümanizmin
insani değerlere odaklanması ise Aydınlanma Çağı’nda gerçekleşmektedir. Rönesans
çağının insanı; düşünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran, yargılayan ve
kendi öz yargılarını özgürce ortaya koymaya çalışan insandır. Kendini bütün
dogmalardan ve ön yargılardan arındırma çabasındadır. Aydınlanma sürecine giden
bu yolda aklını kullanır, aklını kendine kılavuz bilir.
Kısacası
geçmişin metafiziğiyle doğa bilimlerini belirleyen insansızlaştırma ve
kişiliksizleştirme sürecine karşı bir tavır Rönesans döneminin felsefe
anlayışının temelini oluşturmuştur.
Rönesans felsefesinde teori ve pratik arasındaki mutlak
antitez yok olup giderken, doğruluk ve yanlışlık mutlak olmayıp, bilginin sonu
gelmeyen ilerlemesine bağlı ve göreli olan değerler olarak anlaşılmıştır.
Bilgi
teorisi bakımından ampirist (deneyci) bir bakış açısı sergileyen Rönesans
felsefesinde, insan zihni, yalnızca dış dünyadan gelen izlenimlerin pasif bir
alıcısı olarak görülmemiş, zihnin etkinliğini vurgulayan aktivizm, iradecilik
(voluntarism), kişiselcilik (personalizm) ve bireycilikle (individualism)
birleşmiştir. Bu özerkleşme süreçlerinin bir parçası olarak birey öne çıkmış,
felesefe de insan düşüncesinde sorun olan her şeyin irdelendiği bir disiplin
olarak yeniden ele alınmaya başlanmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder