0 com

Helenistik Felsefe


Kent devletlerinin sona erdiği M.Ö. 323 yılıyla, Helenistik çağın son büyük imparatorluğunun Roma’nın bir parçası olduğu M.Ö. 30 yılı arasındaki döneme Helenistik Dönem denir.

Büyük İskender'den sonraki Yunan sanatı, tarihi, kültürü ile ilgili olan (TDK).

Mantık, fizik ve etik Helenistik Felsefenin en önemli ilgi alanlarıdır.

Mantık, Aristoteles’ten miras alınan bir tavırla, bilgi teorisini de kapsayacak şekilde, doğru bilgiye ulaşmanın yöntemi ve felsefenin vazgeçilmez aracı olarak görülmüştür.

Bu dönemde filozoflar, fizik ya da varlık alanında yeni teoriler geliştirmemiştir.

Helenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin, etik olmuştur. İçinde yaşadığımız dünyayla, bu dünyadaki yaşam ve değeri temele alan bir ahlâk anlayışıdır.

Hellenistik dönemin en büyük ve en önemli iki Felsefi düşünce sistemi olan Epikürosçuluk ve Stoacı felsefedir.


Stoalıların Herakleitos’un fiziğini Epiküros’un ise Demokritos'un atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik yapmadan benimsediğini söylemekte yarar vardır.
0 com

İlk Çağ Felsefesi


M.Ö. 7. yüz yılın sonundan başlayıp, M.S. 2. yüzyıla kadar olan dönemdeki felsefi gelişmeleri kapsamakta ve Antik Çağ felsefesi ile aynı anlamda kullanılmaktadır.

Mitolojiden ya da çoktanrılı dinden kopuş ve doğal olayların yine doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancıyla başlamıştır.

Dönemin Genel Özellikleri

İlk döneminde Yunan felsefesi hemen hemen bütünüyle dış doğaya, cisimlerin dünyasına yönelmiş olan bir doğa felsefesidir.  Bundan sonra insana karşı uyanan ilgi klasik dönemin geniş sistemlerine yol açmıştır. Bu sistemlerde Tanrı, insan ve doğa, bir düşünce bağlantısı içinde kavranmak istenmiştir.

Başlangıçta doğa felsefesi ön plandayken sonlara doğru pratik felsefe ağırlık kazanmıştır. Bilimle felsefe hep bir arada olmuş.

En seçkin temsilcileri :Sokrates, Platon ve Aristoteles

İlk Çağ Felsefe anlayışı;
Sistemli bağımsız ve kişiseldir.
İnanca ve sezgiye değil akla dayalıdır
Mitolojiye çok tanrıcılığa tepkiyi dile getirir .

Görünüşün, çokluğun, ilişkilerin, oluşların ardındaki değişmez olanı arar. Buna da birlik adını verirler.

Aristoteles’in okulunda başlayan bilimlerin ayrımlaşma sürecinde dünya ve hayat görüşleriyle ilgili genel sorunlarla uğraşmak felsefenin ilgi alanı olmuştur.
0 com

Nominalizm (Adcılık)


Nominalizmin 14. yüzyıl felsefi düşüncesinin değişimine çok büyük etkisi olmuştur. Skolâstikçiler, akıl açıklama yoluyla zihnimizde oluşan tümel kavramlara öncelik verip, bunları “tek gerçek” olarak görürlerken; Nominalistler, tümel kavramların “objektif gerçekleri” olmadığını, gerçek olanın nesneler dünyası olduğunu, tümel kavramların ise bu nesnelere bizim verdiğimiz adlardan ibaret olduğunu öne sürmekteydiler.


Tümellerin gerçekliği sorgulanmaya başlayınca, sonsuz sayıda nesnelerin oluşturduğu fiziksel evren ve bireyler önem kazanmaya başlamıştır. Orta Çağın doğayı ve nesneleri ikinci plana atan düşüncesi sarsılmıştır. Nominalizm, Orta Çağ boyunca aşağı sayılan nesneler dünyasına ve doğaya karşı ilgi uyanmasına, buna bağlı olarak da deney ve gözlemin giderek önem kazanmasına neden olmuştur.

Mistisizm (Gizemcilik)Skolastik
0 com

Mistisizm (Gizemcilik)



Mistisizm Orta Çağ boyunca Skolâstik’in baskısı altında gelişemeyen ama 14. yüzyılda hızla gelişebilme olanağını bulmuş olan bir düşünce akımıdır. Mistisizm, Tanrının ne akıl ne de duyularımızla kavranamayacağını ona ancak sezgiyle ve onu severek ulaşılabileceğini öne sürer.

SkolastikNominalizm (Adcılık)
0 com

Hümanizm


           Rönesans felsefesine damgasını vuran düşünce akımı hümanizm olmuştur. Bu dönem felsefesi, insan merkezli bir felsefedir. Hümanizm terimi ilk kez XIX. yüzyılda Alman araştırmacılar tarafından kullanılmıştır. Ancak kökeni çok daha eskilere dayanmaktadır. Humanismus sözcüğü XV. Yüzyılda İtalyanlar tarafından beşeri bilimleri anlatmak (studias humanitatis) ve ilk çağ yazını üzerinden uzmanlaşmış öğrenciler için kullanılmıştır.

Hümanizmin köklerini Yunanistan’da bulduğunu söylemek bir anlamda yanlış olmayacaktır. Yunan filozof Protagoras “Her şeyin ölçüsü insandır.” demiştir ki bu cümle hümanizmin temel ilkelerini özetlemekte yeterlidir.[1] Zaten hümanizmin esin kaynağı Eski Yunan ve Latin edebiyatı ile felsefesidir.

Hümanizm akımı Rönesans devriyle birlikte Avrupa’da gelişmiş, başlarda din karşıtı bir akım olarak taraftar toplamıştır. Bunun sebebi hümanizm öğretisinin Hıristiyanlıkla çelişen Eskiçağ’ın din dışı değerleriyle yoğrulmuş Yunan ve Latin edebiyatı ve felsefesinden besleniyor olmasıdır. İlerleyen dönemlerde Rönesans’ın hümanist akım mensupları dinlerine oldukça bağlı Hıristiyanlar olarak kendilerini gösterseler de bahsi geçen Yunan ve Latin edebiyatı ve felsefesi metinlerine karşı duydukları saygıyı yitirmemişlerdir. Hatta XIV. yüzyıl sonralarında hümanizm öğretisinin tamamıyla bu metinlerin temel alındığı gramer, şiir, tarih ve ahlak felsefesi içeren bir öğreti haline geldiği söylenebilir.

Hümanizmin temellerini XIV. yüzyıl edebiyatçısı Francesco Petrarca atmıştır. Petrarca, klasik kültüre ulaşmanın temel aracının dil öğrenimi olduğunu söylemiştir. Kendisi, Sokrates’in “Kendini bil” sözünü benimsemiş, bunu başarmaya çabalamıştır. Petrarca’nın eski metinlere olan bu ilgisi bu metinlere genel bir ilgi uyandırdı. İnsanlar bu metinleri okuyup taşıdıkları ruhu canlandırmaya çalıştılar ve bu da temel hatlarıyla hümanizm akımını oluşturdu.

Hümanizmin insani değerlere odaklanması ise Aydınlanma Çağı’nda gerçekleşmektedir. Rönesans çağının insanı; düşünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran, yargılayan ve kendi öz yargılarını özgürce ortaya koymaya çalışan insandır. Kendini bütün dogmalardan ve ön yargılardan arındırma çabasındadır. Aydınlanma sürecine giden bu yolda aklını kullanır, aklını kendine kılavuz bilir.

Kısacası geçmişin metafiziğiyle doğa bilimlerini belirleyen insansızlaştırma ve kişiliksizleştirme sürecine karşı bir tavır Rönesans döneminin felsefe anlayışının temelini oluşturmuştur.

Rönesans felsefesinde teori ve pratik arasındaki mutlak antitez yok olup giderken, doğruluk ve yanlışlık mutlak olmayıp, bilginin sonu gelmeyen ilerlemesine bağlı ve göreli olan değerler olarak anlaşılmıştır. 

Bilgi teorisi bakımından ampirist (deneyci) bir bakış açısı sergileyen Rönesans felsefesinde, insan zihni, yalnızca dış dünyadan gelen izlenimlerin pasif bir alıcısı olarak görülmemiş, zihnin etkinliğini vurgulayan aktivizm, iradecilik (voluntarism), kişiselcilik (personalizm) ve bireycilikle (individualism) birleşmiştir. Bu özerkleşme süreçlerinin bir parçası olarak birey öne çıkmış, felesefe de insan düşüncesinde sorun olan her şeyin irdelendiği bir disiplin olarak yeniden ele alınmaya başlanmıştır.



[1] The Encyclopedia Americana, c. 10, s. 553
0 com

Skolâstik Felsefe


Skolâstik Felsefe Orta Çağ’ın hâkim felsefe anlayışıdır. Skolâstik esas olarak Augistinciliğe dayanmaktaydı. Tek konusu ise Tanrı ve onun ruh aracılığıyla kurduğu dünya ile olan ilişkisiydi.

Skolâstik felsefe içerik olarak tamamen dinsel nitelikli bir Hıristiyan felsefesidir. O, evrene, doğaya ve insana ilişkin "yeni" bir bilgi ya da düşünce üretmemiş zaten bunu da amaçlamamıştır. Konusu, bütünüyle Hıristiyan dogmasıdır.

Skolâstik düşüncenin doğa ile ilgisi yoktur, daha başından itibaren "var olana" bakmaz. O "varlık nedir" diye sorar, "var olan nedir" diye değil. Orta Çağ için doğa, değerler hiyerarşisinin en altında yer alır hiç bir biçimde üzerinde uğraşmaya, onu incelemeye değmez ve doğa, bizim için bir "bilgi edinme" kaynağı olamazdı.

Ortaçağ Düşünce sistemine göre Yeryüzü evrenin merkezidir. Ay, Güneş ve gezegenler Yeryüzünün etrafında dönen saydam kürelere (sphairos) çakılı durmaktadırlar. Hıristiyanlığa göre de bütün evren Yeryüzü için yaratılmıştır ve Yeryüzü bu evrenin merkezidir.

Skolâstik felsefe kendi içinde 3 ayrı evrede incelenmektedir. Bunlar;

Erken Skolâstik (9-10 Yüzyıllardan 12 Yüzyılın sonuna kadar)

Yüksek Skolâstik (13.Yüzyıl)

Geç Skolâstik ( 14. Yüzyılın başlarından 15 yüz yıla kadar) felsefedir.

Skolâstik Felsefenin Genel Özellikleri

Skolâstik felsefenin genel özelliklerinden bir kaçını sıralayacak olursak;

- Dinsel Nitelik

- Açık Seçik Anlatım

- Akılcılık ve Soyutluk

- Tümcü Dünya görüşü

- Dogmatizm

- Doğadan Kopukluk ve Bilim Karşıtlığı

- İnsanın Kişileşememiş Olması


- Düzenleme,  Sistemleştirmenin bu dönemde ön plana çıkan belli başlı özellikler olduğunu söyleyebiliriz.